Son Tiryaki veya Bilimkurgu Türkiye'de Neden Tutmadı (Arman BOZACI)

Zamanımın önemli bir kısmını ODTÜ Fantezi ve Bilim-Kurgu Topluluğu’na (BKFT) ayırdığım üç yıl boyunca,  topluluk odamızda bilim-kurgu edebiyatıyla ilgilenen az sayıda arkadaşımla Isaac Asimov, Robert Heinlein, Arthur C. Clarke, Stanislaw Lem, Ray Brandbury ve bilim-kurgu edebiyatının diğer babaları üzerine sıkça tartışırdık. Genelde kısa süre içerisinde hararetli sidik yarışlarına dönen, herkesin favori yazarının üslubunu ve tasavvurunu övdüğü sohbetlerimizin nihayetinde, bu yazarların fazlasıyla başarılı ve özgün oldukları hususunda fikir birliğine vararak sessizce dağılırdık. Edebiyat temelli bir topluluk olmamıza rağmen toplulukta, kısır da olsa, bu tarz tartışmaları yürütebilen insanların bir elin parmağını geçmeyecek kadar az oluşu hayli tuhaftı. Çoğunluk pek tabii Tolkien hastasıydı ve fantastik kurguyla ilgileniyordu. Bilim-kurguya olan ilginin bu denli az oluşu çoğunluğun mühendis olduğu göz önüne alındığında ise daha tuhaf bir hal alıyordu.

Aslında fantastik kurgu ile bilim-kurgu arasındaki fark oldukça belirsizdir. Genelde bir türü seven diğerini de sever. İki türün birbirine karıştığı eserler de mevcuttur. Merak edenler baskısını bulabilirlerse Michael Moorcock’ın eserlerine veya Roger Zelazny’nin Işık Tanrısı’na göz atabilirler. Bilim-kurgunun fantastik kurgudan ayrıldığı nokta ise şudur: Bilim-kurgunun temelde ele aldığı şey ‘değişim’dir. Gerek uzay yolculuğu, gerek hava kirliliği, gerek aşırı nüfus artışı olsun, bahsettiği şey nihayetinde günümüz toplumuna bağlı, ancak teknolojik ve bilimsel gelişmeler ışığında başkalaşmış toplumlardır. İşte bu bakımdan bilim-kurgu, bugünün toplumundan yola çıkarak gelecekte neler olabileceğine dair spekülasyonlara olanak tanıyan sosyolojik bir fenomendir. Ne var ki ülkemizde küçük bir zümre tarafından icra edilmekte ve yine dar bir kitle tarafından takip edilmektedir.

İşte sorunsalımız tam olarak burada başlıyor. Türkiye’de yerli bilim-kurgu eserleri (en azından roman biçiminde) veril(e)mediği gibi okuyucuların yabancı literatüre ulaşması da günümüzde bir hayli zor. Halbuki 20 sene önce en azından yabancı eserlere ulaşmak mümkündü. Bu doğrultuda Metis’in 90’larda çıkardığı 36 kitaplık bilim-kurgu serisi kıymetli, ancak ulaşılması zor bir seridir. Seriyi Türk bilim-kurgusu açısından kıymetli kılan en önemli unsur ise serinin onuncu kitabı, Müfit Özdeş’in Son Tiryaki’sidir. “İyi Bilim-kurgu İyi Edebiyattır.” şiarıyla yola çıkan Metis’in Pohl, K. Dick, Heinlein, Le Guin, Vonnegut ve Zelazny gibi tanınmış ve usta yazarların yanında Son Tiryaki’ye de yer vermesi Özdeş’in eserinin diğerlerinden hiç de geri kalır yanı olmadığının ve gayet ‘iyi’ olduğunun bir göstergesidir. Bilim-kurguya olan ilgisi 40’lardaki “Baytekin” filmleriyle ve 50’lerde Çağlayan Yayınları’nın bastığı “Yeni Dünyalarda” dizisiyle başlayan Müfit Özdeş, İngilizce öğrenmesiyle birlikte Amerikan bilim-kurgusuyla tanışmış, 1983’ten beri bilim-kurgu, fantastik kurgu ve masal türlerinde yazmıştır. 1991 yılında Kimin Ağrır O Bağırır isimli masal/fantezi kitabı çıkmış ve Metis’ten çıkan Asker Kaçağı isimli bilim-kurgu derlemesinde bir hikayesi yayınlanmıştır. 1996’da çıkan Son Tiryaki ise ilk ve tek bilim-kurgu kitabıdır. Benim bu kitapla tanışmam ise ODTÜ BKFT’nin kütüphanesi sayesinde olmuştur.

Son Tiryaki’deki hikayelerin hepsi içerik olarak nitelikli eserlerdir ve karşılaştığım diğer yerli örneklere göre dil ve üslup bakımından bir hayli özgün işlerdir. Kitapta fantastik kurguya yakın masalsı ve lirik hikayelerle birlikte “katı bilim-kurgu” diye tabir edebileceğimiz hikayeler de vardır. Kitaba ismini veren “Son Tiryaki”nin ise –diğer bir kaç hikaye ile birlikte– absürd mizahi bir yönünün de olduğunu ayrıca belirtmeliyim. Hikayelerde yukarıda bahsi geçen ustaların izlerine rastlamak mümkün olsa da, yazarın tüm eserlere kendi damgasını vurmuş olması önemli bir başarıdır.

Peki Son Tiryaki bu kadar iyi bir yerli bilim-kurgu eseriyken, neden yeni bir baskısı yok? Niçin piyasada onun gibi yerli bilim-kurgu örnekleri göremiyoruz? İlk soruyu uzun uzun yanıtlamanın pek bir manası olmayacağından (zira duyduğuma göre Metis’in seriyi yeniden basma gibi bir planı yokmuş), ikinci soruyu yanıtlamaya çalışalım.

Türkiye’de bilim-kurgunun gelişmeyişi basitçe “Türkiye'de zaten bilim mi yapılıyor ki kurgusu olsun?” sorusuyla veya bu klişe retorikle paralel geliştirilen; ülkenin eğitim seviyesine, okur-yazar sayısına veya ülkede bilim ve edebiyatın ortaklığına dayanan herhangi bir 'kültürel gelenek' olup olmadığına dair yapılan çeşitli yorumlar yoluyla açıklanabilir. İstemeyerek de olsa bu çizgide öne sürülen savlara katılmak zorundayım, zira iyi kötü hepsinin doğruluk payı vardır, ancak Türkiye’de bilim-kurgunun gelişmeyişinin ilk seferde akla gelmeyen bir başka sebebi de vardır ki ona birazdan geleceğiz.

Türkiye’de bilimsel çalışmaların, bilim-kurgunun doğduğu yer olan Batı’ya kıyasla daha az olduğu yadsınamaz bir gerçektir ama bu, hiçbir zaman başarılı bilim insanlarımızın olmadığı anlamına gelmiyor. Aksine, varlardır; yalnızca edebiyatla ilgilenmemişlerdir. Bilim-kurgunun ustaları arasından bir kaç örnek verecek olursak; Asimov biyokimya profesörüdür, C. Clarke fizik teorisyenidir, Vonnegut biyokimyacıdır, Lem tıp eğitimi almıştır… İstisnalar haricinde hepsinin ciddi akademik geçmişleri vardır. Hepsi bilim-kurguyla genç yaşta tanışmış ve ilk hikayelerini genç yaşta yayınlamışlardır. Bilim-kurgu alanında eser verebilmek için pozitif bilimlerde eğitim almış olmak zaruri değildir, ancak türün ‘öz’ünü yakalayabilmek açısından faydalı olduğu söylenebilir. Bunun dışında belki de tek bir koşul öne çıkar: o da bilim-kurgu yazmadan önce çok okumaktır.

Türkiye’ye bilim-kurgu çeşitli sosyal, kültürel, teknolojik, psikolojik nedenlerle geç girmiştir ve girişi yukarıda bahsini ettiğimiz ustaların çevirileriyle olmuştur. İşte bu geç giriş ve işin yazarlık boyutuna geçmeden önceki gayrıresmi okurluk/hayranlık önkoşulu yerli bilim-kurgu edebiyatına büyük darbe vurmuştur. Üretimi durdurmamış olsa da şüphesiz yavaşlatmıştır ve nihayetinde özgün bir ‘yerel’ bilim-kurgu dili gelişmemiştir. Bülent Somay, Son Tiryaki’ye yazdığı önsözünde uzun süre okuyucu olarak kalmayı tercih etmiş olan Özdeş’ten 1991 tarihli derleme için zar zor hikaye alabildiklerinden bahseder. Ne diyelim, iyi ki de almışlar ve sürecin sonunda Son Tiryaki ortaya çıkabilmiş. Her ne kadar edebiyat evreninin karanlık boşluğunda unutulmaya yüz tutmuş olsa da...

SON TİRYAKİ, Müfit Özdeş, Metis Yayınları, 1996.


0 yorum:

Yorum Gönder