Masalsı Bir Gotik Roman (Merve TOKGÖZ)

Ann Radcliffe on sekizinci yüzyılda yaşamış kadın bir yazardır ve gotik edebiyatın ilk temsilcilerinden sayılır. Yazarın Sicilya’da Bir Aşk Hikâyesi isimli kitabı, gotik romantik tarzda yazdığı erken dönem romanlarından biridir. Kitabın hikâyesine bir göz atacak olursak; hikâye Sicilya’da görkemli bir şatoda geçer. İlk eşinin ölümünün ardından -ki aslında ölmemiştir- iki kızını bakıcısına ve şato sakinlerine emanet eden Mazzini Markisi, ikinci eşi ve oğlu ile beraber Napoli’ye taşınıp uzun yıllar orada yaşar. Şatoda sakin ve huzurlu bir hayatın tadını çıkaran Julia ve Emilia, öldüğünü sandıkları annelerinin dostu ve onları anne şefkatiyle büyüten Madam Menon ile bir gün sohbet ederlerken şatonun kullanılmayan güney bölümünden ışık sızdığını görürler ve dehşete kapılırlar. Akabinde hemen şatoda görevli olan Vincent’a haber verilir ve ışığın nereden geldiğine dair bir araştırma yapılması istenir. Birkaç sefer daha şatonun güney bölümünden ışık sızdığını ve dahi bir adamın ya da siluetin oraya girip çıktığını görürler ancak araştırmalarından bir netice alamazlar. Tüm bunlar yaşanırken Vincent rahatsızlanarak vefat eder ve Marki cenaze için oğlu ve ikinci eşi ile birlikte şatoya döner. Kitabın esasen hikâyesi de karakterler ile beraber buradan sonra hareketlenir: Genç Ferdinand’ın reşit olma şöleninde birbirlerine âşık olan Julia ve Kont Vereza (Hippolitus), bu aşkı umursamayıp kızına talip olan Dük Luovo ile Julia’yı zorla evlendirmek isteyen Mazzini Markisi, iki kız kardeşe annelerinin acı dolu hikâyesini ilk kez anlatan Madam Menon…

Bu gotik roman, kitabın başından sonuna dek iki ana kahraman arasında (Julia - Hippolitus) devam eden, zaman zaman başka karakterlerin hikâyesi ile iç içe geçen, tekrarlayan bir aşk macerası ile süslenmiştir. Öyle ki kitaba konu olan bu romantik macera, gotik unsurların önüne geçerek kitabı neredeyse masalsı bir aşk hikâyesine dönüştürmüş. Masalsıdır zira kitabın başkahramanlarından biri olan güzel Julia, ruhunda kötülüğe dair hiçbir iz taşımaz ve bu bakımdan kitapta iyiliği temsil eder. Babası Mazzini Markisi Ferdinand ise gene masallardan aşina olduğumuz gibi zorba, acımasız, bencil, sefasına düşkün bir babadır ve kitapta kötülüğü temsil eden karakterdir. Radcliffe, aynı zamanda kötü ile kötüyü de karşı karşıya getirir. Buna verilebilecek örnek ise Julia ile zorla evlenmek isteyen Dük Luovo ve kızı şatodan kaçan Marki arasındaki çatışmadır.
  
Ölmeyen İyiler
  
Radcliffe’in okurunu kitapta “ölmeyen ölüler” ile şaşırtmayı sevdiği gayet ortada. “Ölmeyen ölüler” denildiğinde gotik bir temayı çağrıştırsa da esasen iş hiç de öyle değil. Misal; Dük ile evlenmek istemeyen Julia ile Hippolitus, Ferdinand’ın yardımı ile kaçmaya karar verirler fakat Mazzini Markisi onları yakalar ve Hippolitus’u orada öldürür. Sayfalar ilerlediğinde Hippolitus’un ölmediği, ağır yaralarının günler geçtikten sonra iyileştiği meydana çıkar. Bu hadisenin okurla ilk kez buluşmasından dolayı heyecan yarattığı aşikârdır. Ne var ki hikâyenin sonrasında da benzer durumlar ortaya çıktıkça “ölmeyen ölüler” heyecan yaratmaktan ziyade sıradanlaşır. Burada da gene kitabın bir bölümünde öldüğü sanılan Ferdinand ve yıllar önce öldüğü söylenen Marki’nin ilk eşinin aslında ölmediği kitabın sonuna doğru ortaya çıkar. Radcliffe’in “ölmeyen ölüler”inin ortak noktası ise iyilik timsali Julia’dır: Julia’nın aşkı Hippolitus, Julia’nın annesi Louisa, Julia’nın kardeşi Ferdinand. Yazar, iyiliğin tarafında yer alarak “ölmeyen ölüler” ile iyiliğe yeniden ve üst üste hayat verir.
 
Gotik Unsurlar
  
Kitabın ana mekânı bir şatodur. Bu şatonun ön manzarasını deniz süslerken arka cephesini karanlık bir orman kaplar. Şatonun birbirini takip eden kapalı kapılarından mağaralara açılan karanlık dar geçitleri, kullanılmayan ve gizem yaratan odaları ilk dönem gotik romanlarında rastlanabilen ögelerdendir. Bunun yanında gene benzer şekilde sonsuza gidercesine art arda açılan karanlık kovuklara sahip mağaralar ya da insan cesetleri ile dolu mahzenler de kitapta gerilim yaratmak için kullanılan mekânlardandır. Julia ve Madam Menon’un kitabın bir bölümünde sığındığı manastırın mimari yapısı da gotik tarzdadır. Yüksek kemerli, yüksek tavanlı bu mimari yapının başrahibi Abate’dir. Radcliffe Abate’yi de bir gerilim unsuru olarak kullanmıştır zira din adamı olmasına rağmen öyle bir karakterdir ki ne iyiden yanadır ne de kötüden. Madam Menon’un, Julia’yı peşinde olan babasından korumak için ettiği ricalara Abate’nin yanıtı zaman zaman iyimser zaman zaman da hiddetli ve kötücül olmuştur. Karanlık ve dipsiz bucaksız ormanlarda karakterlerin karşısına çıkan haydutlar tam olarak gotik bir unsur sayılmasa da bir gerilim aracı olarak kullanılmıştır. Kitabın dehşet saçan, zalimlik ve zorbalık timsali karakteri Mazzini Markisi de romanda kötü olan pek çok şeyle bir şekilde bağı olduğu için gerilim yaratan en büyük unsurdur.
  
Ve Mutlu Son
  
Radcliffe kitabın ilk kısımlarında şatonun güney bölümünden ışığın sızması, iniltilerin duyulması, geceleri bir adamın siluetinin görülmesi gibi olaylarla okuru şatoda doğaüstü bir şeylerin yaşandığına inandırır. Hatta yazar, oğlunun yaşanan olayları sorması üzerine Marki’yi konuşturur ve yüz yıl önce şatonun o kısmında masum bir adamın öldürüldüğünü, ruhunun hâlâ orada yaşadığını ima eder. Gotik bir kitapta böyle şeylerin olması zaten beklendiği için aslında şaşırtıcı değildir. Ne var ki kitabın son sayfalarında her şey akıl ve mantık çerçevesinde açıklanır. Şatonun güney bölümünde ne olduğuna dair oluşan merak, gerçeklerin ortaya çıkması ile söner. Marki ilk eşini şatonun güney bölümüne hapsetmiştir ve ona yiyecek içecek götürmesi için Vincent’ı görevlendirmiştir. Duyulan iniltilerin, sızan ışığın, o bölüme girip çıktığı görülen adamın artık doğaüstü bir hikâye olmadığı neticelenmiştir. Marki zehirlenerek ölür ve böylece alışıldık bir şekilde iyiler, kötülere karşı bir zafer kazanır. Radcliffe gotikin gölgelendiği bu romantik kitabına masalsı bir son, okuruna da ahlaki bir ders verir.
SİCİLYA’DA BİR AŞK HİKAYESİ, Ann Radcliffe, Duygu Akın, Can Yayınları, 2011.

0 yorum:

Yorum Gönder