Tarihyazımının Sarmalındaki “Tarih” (Gülçin AYITGU)

“Tarih“in ne olduğuna ve tarihsel gelişimin nasıl gerçekleştiğine ilişkin soru uzun yıllar boyunca “tarih nasıl yapılır?” şeklinde sorulmuştur, bugün ise bu sorunun “tarih nasıl yazılır?”a dönüştüğünü görmekteyiz. Bu soru zaman zaman failin içinde bulunduğu koşulları değiştirebilme gücüne ket vuruyor gibi görünse de aslında hala tarihin nasıl yapıldığını ve neyin tarihsel olup olmadığını sormaya devam etmekteyiz. Paul Veyne de Tarih Nasıl Yazılır? başlıklı kitabında tarih felsefesi araştırmalarındaki klasik ayrımları irdeleyip tarihin nasıl yazılmaya çalışıldığını araştırarak tarihin aslında “hep orada, gözümüzün önünde olanlar” olduğuna işaret etmektedir.

“Tarih” hem geçmişte olan olayları ve durumları (res gestae) hem de geçmişi kendisine nesne kılan bilim (historia rerum gestarum) anlamına gelmektedir. Bu bağlamda tarih, yaşanmış olanla anlatılan arasında her zaman spekülasyonlara açık olan boşlukta yazılır. Tarihçinin kendi isteği doğrultusunda dolaşıp kendisine sınırlar çizebildiği bir alan olarak görülen bu boşluğa işaret eden Veyne, tarihin anlatılardan oluştuğunu iddia eder. Tarihin anlatılardan oluştuğu iddiasının temel dayanak noktası olarak genellikle belirli bir olaya dair belgenin, olayın kendisi olamamasından kaynaklı sınırsızca yoruma açık olması gösterilir. Bu yoruma açık olma durumu bazı tarih felsefecilerinin tarih yazımını tamamen kurgusal bir form olarak değerlendirmelerine neden olmuştur. Veyne özellikle kurgusallık üzerinden tarihyazımı ve edebi metinler arasında kurulan bu eşitlik ilişkisini eleştirerek tarihçinin bilgi üretme sürecinin estetik bir kaygıyla değil, farklı pratiklerden oluşan gerçekliği yakalama çabasıyla oluştuğunu söyler. Bu nedenle bir olayın tarih alanına girebilmesi için tek şart, onun gerçekten olmuş olmasıdır.  Aynı olayın farklı olay örgülerinin içerisinde değerlendirilmesi Veyne’e göre tarihin yapısıyla açıklanabilir. Tarihin yapısı bütünsel bir değerlendirme yapmayı engeller ve olaylar karşısında tarihçi her zaman belirli tercihler yapmak zorundadır. Bu farklı tercihlerin oluşturduğu tarihsel bilgilere baktığımızda da tarihyazımının öznel bir niteliğe sahip olduğunu görebiliriz. Bu iddialar birçok felsefeci ve sosyal bilimci tarafından farklı şekillerde de olsa dile getirilmiştir. Veyne’i burada farklı kılan nokta ise, tarih felsefesinde iki farklı yaklaşımı oluşturan tarihin anlatıdan ibaret olduğunu öne sürenlerle, tarihin gerçekliği olduğu gibi dile getirdiğini iddia edenlerin görüşlerini eleştirerek, farklı bir bağlamda hem tarihin anlatı olduğunu ileri sürüp hem de “tarih”i tarih yapanın onun hakikati aramaktan vazgeçmemesi olduğunu ifade etmesidir. Bu yaklaşım iki farklı görüşü revize edip ortaklaştırmanın değil, onları eleştirerek farklı bir tarih ve “hakikat” düşüncesi ileri sürmenin ürünüdür. Ayrıca Veyne hem tekillik kalıntılarından hem de zaman ve mekân birliklerinden sıyrılarak olay örgüsünün hazır özetleri olarak gördüğü teorileri, tipleri ve kavramları askıya alan bir tarihyazımı ortaya koymaya çalışmaktadır. Bu çabasında tarihyazımının kültürel belirlenimlerden bağımsız olmadığını satır aralarında belirtmesine rağmen, tarihyazımının önemli bir belirleyeni olan siyasal gelişmeleri çoğunlukla konunun dışına ittiğini görmekteyiz.

Tarihi müphem bir alan olarak gören Veyne, tarihteki yöntem arayışlarını gereksiz görür çünkü tarihin gerçeklerin anlatılması dışında bir beklentisi yoktur ve bu yüzden de yöntemi olamaz. Olan bir şeyin olduğu andan itibaren tarihin dışına çıkması mümkün olmadığından, tarihin bir bilgi ya da anlaşılırlık tahammülüne ihtiyacı da olmadığını belirten Veyne, tarihin aslında “bilim” olmadığını belirtir ve böylelikle de geleneksel tarih anlayışına bir darbe daha indirmiş olur.

Rastlantısallıklarla dolu olan tarihte büyük harfli bir Tarih’in ya da “tarihin anlamı”nın olamayacağını belirten Veyne, bir taraftan da tarih felsefesinin ölü bir tür olduğunu iddia eder. Bu iddiasının temel dayanağı ise tarih felsefelerinin olguları açıklayabilmek için kendi oluşturdukları mekanizmalar ve yasalarla hareket etmeleridir. Tarihsel gelişimde varolduğu iddia edilen belirli ilkelerle olay ve olguları açıklamak, tarihsel bilgiyi kısırlaştırmaktadır; ancak başka bir bağlamda baktığımızda ise tarih felsefesinin gelişiminin bir basamağını oluşturan tarihteki yasa arayışını tarih felsefesiyle eşitlemek de bir indirgemedir. Tarih felsefesi,  olup bitenler ve bunların aktarılması arasındaki gerilimin bir parçasıdır ve Veyne de yaptığı incelemelerle tam da –hesaplaşmaktan hiç vazgeçmediği—tarih felsefesinin ortasında durmaktadır. Bu noktada Veyne’in kendi hareket zeminini parçalarken gözden kaçırdığı nokta ise, tarih felsefesinin –tıpkı kendisinin de yapmaya çalıştığı gibi—farklı disiplinlerle ilişki kurarak araştırmalarına devam edebildiğidir.

Entelektüel ve zihinsel bir faaliyet olan tarih yazmak, bir yönüyle insanın resmedilmesidir. Her tarihyazımı “yeni” olanı, başkalarının göremediğini yazmayı kendisine hedef koyarak ortaya çıkar; ancak burada Veyne bir uyarıda bulunur ve tarihin derinlerde değil tam da yüzeyde yer aldığını, insanın yarar ya da güzellik aramaksızın olaylar arasındaki çeşitliliği görmenin zevki için tarihi ziyaret ettiğini belirtir. Veyne’in tarihin yüzeyindeki yatay ilişkilere dikkat çekerek, disiplinlerarası bir yaklaşımla tarihin yazılması gerektiğine dair vurgusu da onun Annales Okulu’nun ve Foucault’nun tarih görüşlerine olan yakınlığını göstermektedir. 

Her şeyin “tarihsel” olarak ilan edilmesi olup bitenlerin nedeni sorgulanırken insanı rahatlatabilir; ama bu durumda da tarihin ne olduğuna cevap veremeyiz. Bu yüzden de tarihsel olanın ne olduğu ve nasıl dile getirilmesi gerektiği sorusundan kurtulamayız. Bu sorularla dolu alanda her zaman adlandırılamayan, alışılagelmiş dizgeleri bozan noktalar vardır. Kabul edilenlerin ötesine bir adım atıp o ana kadar bizi koruyan kabuğumuzdan sıyrılabilmeyi başardığımız anda yazılanın ötesine yaklaştığımızı düşünürüz, yaklaştıkça göreceğimiz şey ise ne tarihe hükmeden yasalar ne de biçimsel evrelerdir: Tarihe hükmeden yine tarihin kendisidir. Veyne’in ifadesiyle: “Tarih-aşırı somut bir hakikat yoktur”.

TARİH NASIL YAZILIR?
, Paul Veyne, çev. Nihan Özyıldırım, Metis Yayınları, 2014.



0 yorum:

Yorum Gönder