Dönüyordu (Tuğba GÜRBÜZ)

Time never dies. The circle is not round

Alice Munro, hikâye anlatmayı eve benzetir.

“Öykü, takip edilecek bir yol değildir. Bir eve benzer. İçine girip bir süre orada kalır, sevdiğiniz yere oturur, odaların ve koridorların bağlantılarını, dış dünyanın pencereden nasıl göründüğünü keşfedersiniz.”

Aile Çay Bahçesi'ni bu duygularla okudum.

“Öyle şeyler anlatırdım ki sana, tek kelimesi aklını başından alır,” dedim.

İçimden.

Yine de bir şey duymuş gibi döndü baktı Çiğdem. Kayalığın tam ucunda duruyordu. Dalgalanan saçlarının arasından bir bulut geçti.

Kapıyı açtım. İçeri girdim. Beni tam olarak neyin beklediğini bilmiyordum. Kısa, çok kısa hikâye tadı bırakan bölümleri okuyarak bol odalı evi adım adım dolaştım. Her bir odada Müzeyyen'in, annesinin, onu büyüten Müzehher teyzenin, babaannenin, babanın, Çiğdem'in, Özlem'in hayatından kesitler vardı. İlerledikçe karanlıklar aydınlandı. Belki de gözüm karanlığa alıştı. İnsan karanlıkla bir kez tanıştı mı, bir daha istese de kurtulamıyor ondan.

Ben Müzeyyen'i tanıdım ve çok sevdim. “Karanlık ama hepimizin ezbere bildiği bir bahçenin” binlerce yaralısından biri o.

Halının üzerindeki yılan, bir kez görünmez oldu mu, akrebi ya da akrebin getireceği kötülükleri evden uzak tutmak mümkün değil. Kardeşinin doğduğu, annesinin öldüğü dünyada daha fazla iyi olmasına gerek yok. Kötü bir kız artık. Kumlu ayaklarıyla yatak odasına kadar giren, reçelli bıçağı yalayarak temizleyen, televizyon izlerken kıçını kaşıyan, kardeşiyle ilgilenmeyen, babaannesini üzen kötü bir kız.

Sinan abiyle yaşadıklarının ardından içinden yeni bir Müzeyyen çıkarabileceğini, her istediğinde kabuğunu geride bırakıp kaçmanın bir yolu olduğunu öğrenen, çocukluğunun karanlık bahçesine geri dönüp bakamayan, hesap soramayan yaralı bir kız.

Yıllar sonra babalarını ölüme uğurlamak üzere bir araya gelen iki kız kardeş...

Pazarlıkla karar verilmiş bir evlilikten, topuğu kırık bir düğün ayakkabısından, çamaşır suyu kokan ellerden, rakı kokan ağızlardan, gözü düğme burnu iplik bir örgü bebeğin intiharından, hayatı altüst eden bir kız kardeşten öte bir şeyler var mı bakmaya, sorular sormaya cesaret eden

Müzeyyen ve şekerli sesiyle herkesin sevgilisi olmayı başarmış, babasının sarı, çirkin tırnaklarının kendisine değmesinden rahatsız olmayan, söylenmesi gerekenleri her zaman söyleyen Çiğdem...

Çiğdem'in rakı sofrasında yaldızı soyulan, şeker pembesi olmayan hayatı, yalnızlığı, ablasının kayıtsızlığı, arkasını dönüp gidişi, onu hiçbir zaman sevmediği gerçeği...

Müzeyyen ne masaldaki cadı ne de romandaki vampir...

Annesiz ve babasız büyüyen iki kız kardeşten biri...

Ne daha iyi ne de daha kötü...

Bir ezgisi var bu kitabın. Seziyorum. Adı dilimin ucunda. Bulamıyorum. “Sormak yetiyor bana. Cevap bulmakla zaman kaybetmiyorum.” Okumaya devam ediyorum. Saniye kolu hızında okuyup bitiriyorum. Bir daireyi yürüyorum yazarla beraber. Adım adım... Başladığım yere getirip bırakıyor beni. Ancak ne hikâye ne ben aynıyız. Göz kırpıyor uzaklaşırken. Oynadığı oyunu anlıyorum.

“Mutlu çocuklar olamaz mıydık sence?”

AİLE ÇAY BAHÇESİ, Yekta Kopan, Can Yayınları, 2013.

0 yorum:

Yorum Gönder