Alice Harikalar Diyarında ve Aynadan İçeri: Masal mı Kara Mizah mı (Zerrin YILMAZ)

Masalların, inatçı çocukları, tatlı rüyalarına uğurlamaktan fazla bir şey olduğunu Alice ile yeniden tanışınca anladım. Aynı zamanda, nihayetinde bir yetişkin yaratıcılığı ürünü olan masal kitaplarının alt metinlerine dikkat edilmesi gerektiğini de. Yıllar sonra beni yeniden Alice’in Harikalar Diyarıyla tanıştıran, Kıymet Erzincan Kına’nın çevirisiyle İthaki Yayınlarından çıkan “Alice Harikalar Diyarında ve Aynadan İçeri” kitapları oldu. Hafızamda kalan o incecik masal kitabından oldukça farklıydı.

Kitapların ön sözlerini okumakla ilgili ön yargımı ilk birkaç sayfadan sonra kırma zorunluluğu hissettim. Kitabın sunuş bölümü ve çeviri sürecine ilişkin saptamalar dikkate değerdi. Çünkü çeviride eserin orijinaline sadık kalmak kadar, eseri çeviri yapılacak olan dilin yapısına uyarlamak da o derece önemlidir. Sanırım, birçoğumuzun çocukluk anılarında kalan haliyle Alice’i okumak, çocuk yaratıcılığını ve aklını hafife almak anlamına geliyordu. Bunun nedeninin, çevirilerin çoğunda kritik bölümleri atlanmış olan Alice Harikalar Diyarında’nın çocuklar için sadece bir “oyalama” aracı olarak kalması olduğunu söyleyebiliriz. Bu hem küçük okuyucuların henüz gerçeklikle uyuşmamış olan zihinlerine hem de her detayı bütünün ayrılamaz bir parçası olan eserin orijinaline haksızlık etmek değil midir? Bu anlamda, acaba yetişkin yaratıcılığı gerçekliğin gölgesinden ne derece sıyrılabilir? Bu belki belli bir noktaya kadar mümkün olabilir ancak Alice Harikalar Diyarı için bunu söylemek güçtür.

Kitabın yazarı matematikçi Charles Lutwidge Dodgson (1832-1889) ya da edebiyatta bilinen adıyla Lewis Carrol, Viktorya Dönemi yazarlarından. Viktorya döneminin gerçekçi çocuk edebiyatına karşın Carroll, Alice Harikalar Diyarında (1865) ve Aynadan İçeri (1871) kitaplarında söz konusu dönem gerçekliğini ironik bir dille eleştirmiş. Adını Kraliçe Viktorya’dan alan dönem, İngiltere’de sanayi devrimiyle birlikte, ekonomik alandaki yenilik ve değişimlerin, yeni sosyal sınıfların oluşumunun doğal sonucu olarak toplumsal yaşamda da çalkantıların ve çelişkilerin belirgin biçimde gözlenebildiği bir dönem olarak karşımıza çıkıyor. 

Mina Urgan’a göre söz konusu toplumsal yapının belirgin özellikleri; ailevi değerlerle saygıdeğer olma merakı ve bunun getirdiği ikiyüzlülük, toplumsal durumlardan ve bireysel koşullardan aptalcasına memnuniyet, cinsel konularda yapay çekingenlik ve sevgisiz evliliklerin saygıdeğer bulunması, para/madde severlik ve alt sınıfların değersiz bulunması, plansız gelişen sanayileşme ve haksızlıklarla dolu çalışma şartları, sanatın salt eğlence aracı olması şeklinde belirleniyor. İşte Carroll da Alice Harikalar Diyarında’da eğitim sisteminden, otoriteye, bilimden sanata döneminin başlıca çelişkilerini ve değişen koşullara uyum sağlama sancılarını ironik bir dille eleştiriyor. Bilimsel ilerlemeyi destekleyen genel politikaya karşın, sorgulama ve eleştirel düşünmeye yönelik temkinli duruş, kitabın dokuzuncu bölümünde Alice ve Düşes arasında geçen şu diyalogla vücut buluyor: “Düşünmeye hiç mi hakkım yok,” dedi Alice, sert bir şekilde, artık canı birazcık sıkılmaya başlamıştı. “Domuzların uçmaya ne kadar hakkı varsa,” dedi Düşes.

Alice yalnızca, düşünen, sorgulayan, merak eden zihni temsil etmiyor. Aynı zamanda, otoriteye itaati de sorguluyor, çocuk saflığı gibi görünen parlak bir zihin ve doğal bir eşitlik anlayışıyla… Örneğin, kraliçenin geçeceği bir tören alanında herkesin yerlere kadar eğilip, kraliçeyi selamlamasını ve “saygıdan” böylece kalarak töreni izleyememesini saçma buluyor Alice: “Herkes izleyemeyecekse bu kadar hazırlık neden yapılmış ki?”

Carroll’un Alice Harikalar Diyarında’dan yedi yıl sonra yazdığı Aynadan İçeri adlı kitabında ise, yazarın mantıkçı ve matematikçi yönünün biraz daha ön plana çıktığını görürüz. Kitabın başlangıç bölümünde bir satranç tahtası ve oyunun (!) bileşenlerinin olduğu olağan dışı bir dünya okuyucuya sunulur. Burada olup biten her şey, adeta bir satranç oyunu gibi kurgulanır. Diğer bir deyişle; buradaki dünya, bir satranç masası üzerinde konumlanmış gibidir. Kitabın her bölümü, Alice’in satranç tahtası üzerindeki hamlelerini anlatmaktadır.

Alice Harikalar Diyarında masal mı, yoksa bir tür kara mizah örneği mi? Tüm bunların ışığında değerlendirildiğinde, Alice Harikalar Diyarında ve Aynadan İçeri kitaplarını tek başına masal kitabı olarak görebilmek mümkün olmuyor. Tam da masalların olağandışılığına sığınıp gerçekliğe kısa bir ara vermek istediğim bir anda, Alice’in ardından atladığım tavşan deliğinin beni böylesi bir toplumsal eleştiri ve dönem değerlendirmesinin tam ortasına bırakacağını bilmiyordum. Kitaptaki her karakterin, döneme ait çelişkili bir durumu ya da saçma bulunan bir ögeyi temsil ettiğini gördüğünüzde, yazarın yaşadığı döneme ilişkin eleştirel saptamalarıyla da karşılaşmış oluyorsunuz. Aslına bakılırsa bu saptamalar yalnızca Viktorya Dönemi özelliklerini yansıtmakla kalmıyor. Belki de Alice’i yeniden okumanın en keyifli ve ilginç yanı, bugünün toplumsal dinamiklerinde de tıpkı Alice’in yaşadıklarına benzer şaşkınlık verici unsurların bulunuyor olmasıdır. Ceketinin cebinden çıkardığı köstekli saatine bakarak telaşla koşan tavşanı düşünün, tanıdık geliyor mu?

Kitabın sonunda Alice, gerçeklikten mi uyanıyor yoksa gerçekliğe mi uyanıyor? Kim bilir, belki bir kez daha koşmak gerek Alice’in ardı sıra… Tavşan deliğinden aşağıya doğru yola çıkıp, aynadan içeri geçerek alışılmışın farklı yüzleriyle karşılaşmak gerek belki… Ne dersiniz?

ALİCE HARİKALAR DİYARINDA ve AYNADAN İÇERİ, Lewis Carroll, Çev.: Kıymet Erzincan Kına, İthaki Yayınları, Mart 2010


0 yorum:

Yorum Gönder